OECD’nin 2023 “Bir Bakışta Eğitim” raporunun düşündürdükleri

Erhan Erkut
4 min readSep 16, 2023

12 Eylül 2023'de yayınlanan ve özellikle mesleki eğitime ışık tutan 472 sayfalık bu rapor Türkiye’de ilk ve ortaöğretimin durumu hakkında önemli bilgiler içeriyor ve gelişime açık yönlerimizi ortaya koyuyor.

Raporda ilk dikkatimi çeken şey bu sene ilk defa Ukraynalı mültecilerin gittikleri ülkelerde eğitime ulaşımı ile ilgili 14 sayfalık bir bölüm konulmuş olması oldu. OECD’nin bu konuya büyüteç tutmasını çok yerinde bulmakla birlikte, daha uzun bir zamandır süregelen ve daha fazla çocuğu ilgilendiren Suriyeli mülteciler üzerine hiçbir şey söylememesini yadırgadım. Anlaşılan sorun Avrupa’yı doğrudan etkilerse konu ile ilgili özel bir bölüm yayınlanıyor, ama Avrupa’nın kapılarının dışında ise dikkate değer bulunmuyor. Ukraynalı mülteciler birçok farklı ülkeye dağılmış iken, Suriyeli mültecilerin büyük çoğunluğu ülkemize geldi ve OECD ülkeleri arasında eğitim sistemi mülteciler tarafından en çok etkilenen ülke Türkiye oldu. Raporda bu konuya değinilmemiş olmasını raporu hazırlayanların Avrupa-merkezci bakış açısına bağlıyor ve eleştiriyorum.

Raporda kaliteli erken çocukluk eğitiminin hem tüm çocuklara adil bir başlangıç fırsatı vermesi, hem de iki ebeveynin birden istihdama katkısını kolaylaştırıcı bir faktör olmasının önemine vurgu yapılmış. OECD’de 2 yaş altı çocukların %18’ı bir yuvaya kayıtlı iken bu oran ülkemizde %1’in altında. OECD’de iki yaşındaki çocukların ortalama kayıt oranı %43, üç yaşındakilerin oranı ise %74. Fakat ülkemizde bu oranlar maalesef %6 ve %20. Özetle, çocuklarımızın büyük bir kısmı eğitimin kişisel ve sosyal gelişime en çok katkıda bulunma kapasitesi olan dönemlerinde okulda değiller ve bunun sonucu olarak da diğer OECD ülkelerindeki çocuklara kıyasla hayata geride başlıyorlar. Eğitim sistemimizdeki en önemli sorunlardan birisi bu. Okul öncesi eğitimin önemini fark eden OECD ülkeleri bu döneme çocuk başına harcanan kaynakları 2015 ile 2020 arasında ortalama %2,5 artırmış iken, ülkemizde bu kaynaklar%1,2 azalmış. Yani hem çok daha az çocuğumuz okul öncesi eğitim alabiliyor hem de bu çocuklara daha az kaynak ayırıyoruz.

Raporda lise mezuniyeti istihdam için gereken en düşük eğitim seviyesi olarak değerlendiriliyor. OECD’de 25–34 yaş aralığında olup da lise bitirmemiş olanların oranı %14’e düşmüş iken, bu oran ülkemizde tam %33. Bu oranın son yıllarda düşmüş olduğunu belirtelim. Öte yandan ülkemizde lise diplomasi almanın ne kadar kolay olduğunu düşünürsek, hala 3 öğrenciden birinin liseyi bitirememesini anlamak kolay değil.

Lise sonrası eğitimde de ülkemiz ile OECD ortalaması ciddi bir farklılık gösteriyor. OECD’de liseden sonra eğitime devam edenlerin %76’si dört yıllık lisans programlarına giderken, ülkemizde bu oran %49’da kalıyor. Rapor pandemi döneminde birçok ülkede uluslararası öğrenci oranının azaldığını belirtirken, Türkiye’nin bir istisna olduğunu vurguluyor ve 2019 ile 2021 arasında uluslararası öğrenci oranının %2’den %3’e çıktığını belirtiyor. (Ülkemizin uluslararası öğrenci hedefleri doğrultusunda bu oranın şu anda epey daha yükseldiğini ve uluslararası öğrenci sayısının 300.000’ı geçtiğini belirtmekte yarar var.)

Eğitime ayrılan kaynaklarda da ülkemiz maalesef OECD’den ciddi bir biçimde ayrışıyor. Lise seviyesinde OECD ülkeleri öğrenci başına ortalama 12.312 dolar harcıyor iken, ülkemiz 5.109 dolar harcıyor. Bu rakamlar satın alma gücü paritesine göre belirlenmiş; yani Türkiye’deki gerçek harcama belirtilenin %30 kadar altında. Daha da önemlisi öğrenci başına harcama OECD’de GSMH’nin %27’si seviyesinde iken, ülkemizde sadece %19 seviyesinde. OECD ülkeleri arasında nispeten fakir bir ülke olduğumuz için eğitime daha az kaynak ayırıyor olmamız çok şaşırtıcı değil. Fakat eğitim harcamasını GSMH’ye oranladığımızda eğitime oransal olarak da az kaynak ayrıldığını net bir şekilde görüyoruz. Diğer düşündürücü bir konu da 2019 ile 2020 karşılaştırıldığında, ilk-orta-lise eğitiminde öğrenci başına düşen harcama OECD ortalamasında %0,7 artarken ülkemizde %8 düşmüş. Eğitime OECD’nin yarısı kadar bile kaynak ayırmıyor iken, ayırdığımız kaynağı da azaltıyoruz — yani ters yönde gidiyoruz.

Raporun eğitimin finansmanı bölümünde ülkemiz ile ilgili ilginç başka bilgiler de bulunuyor. OECD ülkelerinde üniversite öncesi eğitime ayrılan kaynakların büyük bir bölümü devletten geliyor. Özel sektörün payı sadece %9. Bu oran ülkemizde %24. Ayrıca, OECD ülkelerinde özel sektörün lise eğitimdeki payı genel ve mesleki eğitimde birbirine benzer iken, Türkiye’de büyük bir farklılaşma göze çarpıyor. Özel sektör mesleki eğitim harcamalarının sadece %8’ini yapıyor iken genel lise programlarındaki harcamaların tam %45’ini gerçekleştiriyor. Özetle, OECD içinde en çok özelleştirilmiş eğitim sistemi ülkemizde bulunuyor ve özel sektör mesleki eğitimle pek ilgilenmiyor. OECD ülkelerinde devletin eğitim harcamalarının yarısından azı merkezi yönetimden (gerisi yerel yönetimlerde) gelirken ülkemizde devletin eğitim harcamalarının %99’u merkezden geliyor. Bu açıdan bakıldığında OECD içindeki en merkeziyetçi eğitim sistemi ülkemizde.

Raporda Türkiye’nin OECD ile ayrıştığı 3 önemli nokta daha fark ettim, ki üçü de eğitim sistemimizdeki eksikleri ve yanlışları ortaya koyuyor:

· 25–34 yaş arasındaki işsizlik oranı OECD’de lisans mezunları için %5, mesleki eğitim mezunları için ise %6,5. Bu oranlar ülkemizde %12,5 ve %9,8. Oranların OECD ortalamasının üzerinde olmasının yanısıra, lisans mezunları için daha yüksek olması çok ilginç. Hatırlarsanız ülkemizdeki lise sonrası eğitime devam edenlerin sadece yarısının (OECD’de %76 idi) lisans programlarına devam ettiğini hatırlarsak, lisans programlarımızın istihdama götürmelerindeki zayıflık iyice ortaya çıkıyor.

· İstihdama ulaşmada cinsiyet farklılığında maalesef ülkemiz en tepede. 25–34 yaş arasındaki meslek yüksek okulu mezunları arasında kadın işsizliği ile erkek işsizliği arasındaki farkın OECD ortalaması %15 iken ülkemizde bu oran tam %50.

· Ne işte ne stajda ne de eğitimde (NEET) olan 18–24 yaş gençleri oranında maalesef iki önemli sorunumuz daha ortaya çıkıyor: OECD ortalaması erkeklerde %14, kadınlarda %15,5 iken, ülkemizdeki oranlar maalesef hem çok daha yüksek hem de çok daha eşitsiz: erkeklerde %22,7 kadınlarda ise %44,9! Gençlerimizin üçte birini en yumuşak dille “ev genci” olarak nitelendirebiliriz. Kadınlarda bu oranın erkek oranının iki misli, OECD ortalamasının ise üç misli olması ülkemizdeki toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en belirgin göstergelerinden birisi.

Raporda kullanılan verilen resmi kaynaklara dayandığını belirtelim. Ortaya çıkan resim pek iç açıcı olmasa da eğitimde neleri geliştirmemiz gerektiği konusunda bizlere epey bir fikir veriyor. Okul öncesi eğitime çok daha fazla önem vermemiz gerekiyor, lise mezuniyet oranlarını (standartlardan vazgeçmeden) yükseltmemiz gerekiyor, lisans programlarımızı istihdam piyasaları ile daha uyumlu hale getirmemiz gerekiyor ve belki de hepsinden önemlisi eğitime daha fazla kaynak ayırmamız gerekiyor. Bunların yanında ülkede hem erkek hem de kadınların ekonomiye eşit katkılarını sağlayabilmek için toplumsal cinsiyet eşitliği konusuna eğilmemiz gerekiyor. Bunları yapabilirsek eğitim sistemimiz ve dolayısıyla yetişmiş insan kaynağımız gelişmiş ülkelerin eğitim sistemleri ile rekabet edebilir seviyeye gelebilir.

--

--

Erhan Erkut

Özyeğin Üniversitesi Kurucu Rektörü (1.1.2008–1.7.2013), MEF Üniversitesi (1.1.2014 -…) erhanerkut2000@gmail.com